Davut Karaman

Davut Karaman


Yaşarken ölmek gerekiyor ise ne zaman ölmeli insan?

14 Aralık 2020 - 02:25 - Güncelleme: 14 Aralık 2020 - 02:28


          Dr. Öğr. Üyesi Davut Karaman
     Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi
           davut.karaman@alanya.edu.tr


İnsanlığın varoluşundan bugüne; balta girmeyen ormanlar olmuş, fakat insanlığın balta görmediği zaman dilimi olmamıştır. Buna rağmen, bugünün dünyasında hala insanlıktan bahsedebiliyorsak,  ölmeyen insanlığı yad edebiliyorsak bunun bir kaynağı, bir sebebi olmalı. Her dönemde insanlığı canlı tutan ve insanlara ışık olan, -tabiri caizse-  insanüstü denilebilecek kişiler dünyanın mihenk taşı, adeta pusulası olma vazifesini ifa ederler.

Son yıllarda kıymetini daha iyi anlamaya ve algılamaya başladığımız Mevlana Celaleddin-i Rumi ise bunlardan sadece biridir. Yüzyıllar öncesinden bugünün dünyasına yönelik yazdığı reçeteler ile Mevlana öğretileri, ilk günkü tazeliği ile hala tüm dünyada kabul görmektedir. Çünkü Mevlana belli bir kesime yönelik ideoloji, düşünce veyahut da pragmatist yaklaşımlar sergilememekte, aksine tüm insanlığı ele alan, kucaklayan bir bakış açısıyla ortaya çıkmaktadır. O’na göre kimin ne olduğu, kim olduğu gibi özellikler teferruattan ibaret olmakla birlikte asıl olan, insanlıktır. Mevlana’yı anlatmak için kelimeler kifayetsiz, anlatan diller lal olur. O’nu anlatmaya ne kelimeler, ne diller yeter olur. Lakin; üç beş kelam etmek bu bedene bir borç, insanlığa ise lüzum olur.


Eğer O, öyle olmasaydı neyi var neyi yoksa hepsini akarsu misali insanlar için, insanlık için harcar mıydı? Kendisi böyle yapmasa bizlere cömert olmayı öğütleyebilir miydi? Günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz insani duygulardan biri de eldekinin paylaşımıdır. Sanki her şeyin gerçek sahibi biz gibi davranarak, kapı komşumuzun açlıktan kokan nefesinden şikâyet etmeyi de marifet bildiğimiz bir çağın virajında savrulmak üzereyiz, ancak bunun farkında bile değiliz. Biz gerçek bir komşu olabilseydik, onun derdiyle hemhal olma cesaretini gösterebilseydik durum nasıl olurdu acaba? Tüm dünyada yaklaşık 7 milyar insan yaşamaktadır. Bununla birlikte, 10 milyarı aşkın insana yetecek kadar yiyecek-içeceğin üretildiği bugünün dünyasında hala açlıktan ölen insanların olması, dünya insanlığının çoktan kara toprağa gömüldüğünün bir göstergesi değil midir?

Öylesine yoğun yaşıyoruz ki hayatı, adeta etrafımızdakilerin de insan olduğunu unutuyoruz. Hal böyle olunca da, en küçük hatalarında bile onlara maalesef merhamet gösteremiyoruz. Çünkü, insan olmanın gereklerinden biri olan şefkat duygusunu yıllardır beklettiğimiz tozlu raflardan alıp, yeterince kullanamıyoruz. Eğer bu duygu insanlarda olmamış olsaydı, avını hunharca ve lime lime eden yırtıcı ve vahşi hayvanlardan ne farkımız kalırdı? Güneşten ibret alarak taraflı tarafsız herkesi kucaklamak ve ısıtmak boynumuzun borcudur.

Her an çevremizdekilerin açığını, kusurunu arama seferberliğine girmişiz ve bunun içinde pusuda beklemekteyiz. Çünkü, çaba göstermekten aciz insanların yaşadığı bir dünyada zirveye çıkmanın başka yolu da, çıkmakta olan diğerlerinin aşağıya indirilmesidir. Böyle olunca da tabi ki birçok insan görünümlü canlılar, pusuya yatmış bir şekilde avını beklemektedir. Bir kusur işlese de çok büyük bir marifet gibi tüm dünyaya nasıl ifşa etsem diye. Böyle bir zihniyet Mevlana’yı tanımış olsa, anlamış olsa, algılamış olsa acaba hiç böyle bir pusuda nöbet tutar mıydı? Keşke kör olmamız gereken bir durumda gecenin zifiri karanlığını yaşayabilsek, başkalarına avukat kendimize savcı olabilseydik…

Yaşarken ölmek gerekiyor ise ne zaman ölmeli insan? En öfkeli, en kızgın, en asabi olduğu anda ölmeli ki, çevresine daha fazla şarapnel parçası atmasın? Çünkü bu hallerle hallenmiş insanın, insanlığından şüphe duyulur. İnsanlık hali, gem vurulamayan bu tür duyguların bedenimizde zuhur etmesi durumunda, ölü gibi olabilmeliyiz. Aksi halde bizi sevenlerin sevgisine ket vurmuş, gönüllerine gözyaşı akıtmış, sinelerine hançer saplamış oluruz.

Bire yetmiş veren topraktan da öğrenecek çok şeyimizin olduğu aşikârdır. Çünkü zerre kadar bile olsa yaptığımız bir şeyi; biri ya da birilerinin başına kakarcasına, gözüne sokarcasına sürekli gündeme getirme talihsizliği de vazgeçilmezimiz olmuş. Reklamı olmayan faaliyetler, asıl amacına ulaşmaz düşüncesiyle rencide edilen tarafların göz ardı edilmiş olması, kimsenin umurunda olmasa gerek. Halbuki en büyük erdemliklerden biri de, yapılan eserlerin mimarının bilinmemesini sağlayacak tevazu halini her daim sergileyebilmekte gizlidir.

Gözün üstünde kaşın var deyip, incir çekirdeğini dahi doldurmayacak meselelerden dolayı kırılan kalpler tamir olur mu sanırsınız? Ben ustayım nasıl olsa tamir ederim midir asıl maharet, yoksa tamir edilecek bir kalp ortaya çıkarmamak mıdır? Daha baştan sütü dökmemek üzerine düşünmek en güzeli olsa gerek. Ne kadar tamir edilse de kalpler, ömür boyu yürekte taşınır bu izler. O yüzden denizler kadar dese de Mevlana, bizler bugünümüzde okyanuslar kadar engin ve derin bir hoşgörüye sahip olmalıyız. Yangına benzinle giden taraf değil, gagasında su damlası taşıyarak –hiçbir zaman yangını söndüremeyeceğini bilmesine rağmen- yangını söndürme çabasında olan kuş misali üzerimize düşeni yapmakla meşgul olmalıyız.

Günümüz insanı su misali bulunduğu kabın rengini ve şeklini almaktadır. Gelecek kaygısı ve refah beklentisi ile girilen bu girdabın derinliğinde kaybolan insanlar ve insanlık, olması gereken dünyadan bihaber şekilde yaşamaya devam etmektedirler. Her anını kendin olma gayreti içinde yaşamayanların gelecekleri, sahildeki kuma yazılan yazının ömrü kadardır. Gelecek ilk dalgaya kadar süren bir hayattır, onların hayatı. O halde neden biz kendimiz olamıyoruz, maskelerimizden kurtulamıyoruz? Çünkü peşinden koşulan menfaat, insanların gerçek yüzüne çekilmiş bir kamuflaj gibi tüm bedenimizi sarmış durumda. Günümüzde, olduğu gibi görünmemek adeta en büyük beceri haline gelmişse, yüzyılların güneşi olan Mevlana’dan bir dem olsun, bir ışık alamadığımızın göstergesidir. Tıpkı, ateşin yanında olup da donarak hayata nokta koymak gibi.

Bugünün dünyasında gelecek adına ümit vaad eden güzel insanların azınlıkta da olsa hala var olması, geçmişteki güzel insanların ektiği kalıcı tohumların bonkör toprakta vücut bulmasındandır. Mevlana gibi kanaat önderlerinin yaşamını şiar edinen; insanı ve insanlığı yaşatmayı, alıp verdiğimiz nefesin en büyük gayesi bilen bir nesil olabilmek dileğiyle… 

YORUMLAR

  • 10 Yorum
  • Serap Aykaç
    3 yıl önce
    Emeğinize,kaleminize sağlık.Yaşadığımız dünya yı çok güzel anlatmışsınız...Biz millet olarak maalesef yükselen insanların da ayağından aşağıya çekmekle meşgulüz...
  • Davut Karaman
    3 yıl önce
    İlginiz ve düşünceleriniz için teşekkür ederim.
  • Aydın Karamanlı
    3 yıl önce
    Aile konusunda abide şahsiyetleri işlemek oldukça isabetli. Sorunun başlangıç noktalarından bir tanesi de zaten bu, insanların önüne doğru rol modeller koyulmuyor. Sosyal medya ve TV ile büyüyen bir nesil var.
  • Davut Karaman
    3 yıl önce
    İlginiz ve düşünceleriniz için teşekkür ederim.
  • Yusuf Yılmaz
    3 yıl önce
    Tebrik ederim hocam. Allah razı olsun...Harika bir yazı olmuş...
  • Davut Karaman
    3 yıl önce
    İlginiz ve düşünceleriniz için teşekkür ederim.
  • hayrullah
    3 yıl önce
    Birgün mevlana'nın evine misafir gelir. Mubarek iç..Birgün mevlana'nın evine misafir gelir. Mubarek içeriye hanımının yanı giderek sorar, ikram edecek neyimiz var? karısı da cevap verir, evde su ve peksimetten (ekmek kurusu) başka bir şey yok. mevlana der ki, hatun şükret. şimdi rasulullahın sofrasına benzedi soframız. belki hikayedir belki gerçektir bilemem ancak şimdi bırakın böylesi bir durumu azıcık ekonomi bozulsa yollar ayrılıyor, sözde iyi günde kötü günde diyerek başlanıyor ama herkes iyi gün dostu. elinize sağlık
  • Davut Karaman
    3 yıl önce
    İlginiz ve düşünceleriniz için teşekkür ederim.
  • Mehmet Bozkurt
    3 yıl önce
    Merhaba hocam... bugün ki yanınızda kullandığınız ifadeler çok sert olmamış mı? Balta, ölüm,kin nefret...vs. oysaki Mevlana öğretisi akarsu gibidir.insana huzur verir...
  • Davut Karaman
    3 yıl önce
    İlginiz ve düşünceleriniz için teşekkür ederim. Mevlana öğretisinden kopan, kopmaya devam eden bir süreçte gelinen noktanın ifadesidir, yoksa Mevlana öğretisinin özü elbette bu ifadeler değildir.