Türkiye, 2025 yılı itibarıyla 17 milyonu aşan obez nüfusuyla dünya sıralamasında ilk 15’te yer alıyor. Dünya Bankası ve Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ülkemizde yetişkin nüfusun yaklaşık %17’si obez; sağlık bakanlığı verilerine göre ise kadınlarda bu oran %21’e kadar çıkıyor. Bu oran, dünya ortalaması olan %13’ün çok üzerinde. Fazla kilolular dahil edildiğinde ise tablo daha da ağır: Her iki erişkinden biri risk altında.
Bu yalnızca estetik ya da bireysel bir sorun değil; millet sağlığının çöküşüdür. Kalp hastalıkları, diyabet, bazı kanser türleri ve infertilite gibi birçok ciddi sağlık sorununun temelinde artık obezite yatıyor. Bir başka ifadeyle, sofralar büyürken ömürler kısalıyor.
Birleşmiş Milletler’in desteklediği Dünya Obezite Atlası'na göre 2030 yılında dünya genelinde yaklaşık 3 milyar kişi ya fazla kilolu ya da obez olacak. Obezitenin küresel ekonomiye maliyeti ise gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYH) %3’üne ulaşmış durumda. Yani dünya ekonomisine maliyeti yaklaşık 3 trilyon dolar. Türkiye’de farklı değil, bu yük sağlık sisteminin omuzlarında büyüyen bir kambura dönüşüyor. Türkiye özelinde ekonomimize maliyeti yaklaşık 30 milyar dolar.
Peki biz ne zaman bu hâle geldik? Bir zamanlar, ninelerimizin kilerinde tarhana, nohut, bulgur varken; şimdi raflarımızı şeker yüklü atıştırmalıklar ve işlenmiş gıdalar dolduruyor. Yemek artık bir ihtiyaç değil, bir teselli. Stres yiyoruz, yalnızlık yiyoruz, boşluk yiyoruz aslında.
Çocuklarımız için tablo daha da vahim. Son 20 yılda çocuk obezitesi üç katına çıktı. Eskiden “etli butlu” diye sevindiğimiz o çocuklar, şimdi içe kapanık, nefes darlığı çeken, hareketten uzak bir nesle dönüşüyor. Bugün alkışladığımız bu durum, yarın büyük sağlık trajedilerine zemin hazırlıyor.
Bu mesele bir doktorun reçetesiyle çözülecek türden değil. Çok daha kapsamlı, çok daha derinlikli bir mücadeleye ihtiyaç var. Ve bu mücadele sadece Sağlık Bakanlığı’nın değil, devletin her kurumunun, hatta her ferdin görevi olmalı:
Gıda Politikaları Gözden Geçirilmeli: Doğal ürünler değil, doğal olmayan ürünlerin fiyatı yükseltilmeli ve doğal olmayan ürünlere ek vergiler getirilmeli. Sağlıklı ve doğal gıdalar desteklenmeli; işlenmiş, katkı maddesi yüklü ürünler ekstra vergilendirilmeli.
Mahalleler Hareketlenmeli: Belediyeler yürüyüş yolları, spor sahaları, çocuk oyun alanları oluşturmalı. Beton yığınları arasında nefes alacak bir sokak dahi bırakmadık. Hareketin olmadığı yerde sağlık da yeşermez. Belediyeler, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile bireyleri harekete teşvik edecek alanlar açmalı ve spor kültürü oluşturmalı. Gerekirse aile kilo ortalaması normal sınır aralığında kalanlara belediye hizmetlerinde öncelik, vergi avantajları vb. ayrıcalıklar tanımalı.
Medya ve Reklam Denetimi Şart: Sabah kuşağında dahi çikolata reklamı gösterilen bir ülkede, obezitenin artması şaşırtıcı değil. Şekerli ve sağlıksız gıdaların reklamları, çocuk saatlerinde yasaklanmalıdır. Göstermelik ibareler yerine net yasaklar koyulmalı. Alkol, tütün vb. ürünlere uygulanan medya yaptırımları bu gıdalar için de uygulanmalı.
Aile Bilinci Oluşturulmalı: “Yesin de güçlensin” algısı, yerini “az ama öz beslensin” anlayışına bırakmalı. Beslenme, karın doyurmak değil; beden ve zihin inşa etmektir.
Ben aklım yettiğince alınabilecek tedbirleri sıraladım. Ama asıl görev bakanlıklar ve yerel yönetimlere düşüyor. Şunu aklınızdan çıkarmayın Türkiye’de her üç kişiden biri artık obez. Yarın bu oran her iki kişiden bire indiğinde, bir milletin geleceği tartıya değil, yoğun bakım sırasına çıkacaktır. Henüz vakit varken acil önlem almalıyız, gelişen teknolojiler insanoğlunu daha da hantallaştırmadan bu sorunu çözmeliyiz. Aksi takdir de insan üreten değil, kendini yok eden bir varlık olarak hatırlanacak.
Bu yazıda obezitenin psikolojik, sosyolojik, askeri, ailevi vb. zararları üzerinde durmuyorum. Bunların hepsi ayrı ayrı sayfalarca yazılabilecek konular. Sadece ekonomik boyutu bile oldukça korkutucu boyutlara ulaşmış durumda. Bir farkındalık yaratabilmek umuduyla…
YORUMLAR