Toplumsal cinsiyet ve siyaset ilişkisi

Kasım Tunç
ABONE OL

Temel olarak, cinsiyet ve siyaset arasındaki ilişki iki açıdan ele alınabilir. Bunlardan ilki cinsiyet hem tarihsel hem de bugün siyaseti oluşturan ve etkileyen bir faktördür.

Siyaset, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin şekillendirdiği ataerkil bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk uygarlıkların ortaya çıkışından modern demokratik sistemlerine kadar uzanan yönetim anlayışında siyaset ve bürokrasi erkek alanı olarak kodlanmıştır.

Demokrasinin beşiği olarak görülen ve demokratik siyasetin yönetim ilkelerinin şekillendiği Antik Yunan da bile, kadınlar ve köleler siyasetin dışında tutulmaktaydı. Antik Yunan uygarlığında erkekler özgür birer vatandaş olarak görülmekteydi ve dolayısıyla karar verme mekanizmalarında aktif rol oynamaktaydı.

Kadınların siyasal yaşamdan dışlanması, kadınlar ve erkekler arasındaki "doğal" farktan kaynaklandığı ve kadınların doğası gereği siyasete uygun olmadığını, sosyal hayat içinde yerlerinin ev içi ve aile ile sınırlı olduğunu düşünülmektedir. Bu öneriler, erkek egemen bir politika fikri zemininde yüzlerce yıldır savunulmaktadır.

Platon, Aristoteles, Rousseau ve Kant gibi siyasi düşünürleri inceleyen Susan Moller Okin, bunun hak ve özgürlüklerle ilgili tüm tartışmaların insan ırkının sadece yarısını ele aldığı, kadınların varlığını görmezden gelindiği veya açıklandığı bir durum olduğunu savunmaktadır.

Bunun nedeni"" bu hak ve özgürlüklere uygun değildir. siyaset felsefesi geleneği ve bu geleneğin oluşturduğu siyaset kültürüdür. Sosyal rol karşılıklılığa dayanır ve belirli beklentileri içermektedir. Örneğin evli erkek ve kadınların rolleri nedeniyle birbirlerinden beklentileri oluşmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri, toplumun cinsiyete göre kadın ve erkekten sergilemesini beklediği kültürel davranışlardır.

Bu roller, bireyin cinsiyetine göre uygun görülen davranışlara verilen adlardır. Toplumsallaşma kavramı cinsiyet açısından önemli bir rol oynamaktadır. Bireyler, yaşadıkları toplumdaki diğer bireylerle etkileşime girerek belirli normları ve değer yargılarını kabul ederler.

Bireyin içinde yaşadığı toplumsal yapı ile bütünleşme sürecini belirleyen sosyalleşme sonucunda özne inançlar, değerler ve davranış kuralları kazanır ve içinde yaşadığı toplumun bir üyesi haline gelir. Bu süreçte kadın özel alanla ilişkilendirilir ve kamusal alanın dışına itilir. Nitekim Siyasal yaşam da kamusal alanın temsil edildiği, kararların alındığı ve iktidar ilişkilerinin şekillendiği eril bir alan olarak görülmektedir.

Gelişmiş ülkelerde kadınlar erkeklerle tamamıyla eşit olmasalar bile siyasal hayatın farklı kademelerinde etkin biçimde yer almaktadır. Kadınların siyasi yaşama katılımını güvence altına alan önemli uluslararası sözleşmeler bulunmaktadır. Birleşmiş̧ Milletler tarafından 1952 senesinde kabul edilen “Kadınların Siyasal Haklarına Dair Sözleşme”  kadınların erkeklerle eşit biçimde ve düzeyde siyasi yaşamda yer almasıyla ilgili önemli bir referanstır.