Hipertansiyon ve Beslenme

Ayşenur İnan
ABONE OL

Hipertansiyon tüm dünyada, ölümlerde en başta gelen risk etmenidir ve yılda 9.4 milyon insanın ölümüne neden olduğu tahmin edilmektedir. Dünyada yetişkinlerin 2000 yılında dörtte birinin hipertansiyon olduğu ve bu oranın 2025 yılında %29’a çıkacağı tahmin edilmektedir.

Hipertansiyon kontrol altına alınmadığında, inme, koroner arter hastalığı, demans, kalp ve böbrek yetmezliği gibi kronik hastalıkların riskini artırabilir. Hipertansiyonun yönetiminin, tıbbi beslenme tedavisinin de içinde yer aldığı yaşam tarzı değişiklikleri ve antihipertansif ilaçlar ile sağlanabileceği görülmektedir. Kronik hastalıkları önleme ve tedavi süreçlerinde diyetteki karbonhidrat, protein ve lipidler/yağlar gibi makro besin ögelerinin yanı sıra sodyum, klor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, C, D, E vitamini gibi mikro besin ögeleri, posa ve alkol tüketiminin saptanan etkileri mevcuttur.

Yükselmiş ve artmış kan basıncı olarak da bilinen hipertansiyon, kan damarlarında daimi olarak basıncın arttığı bir durumdur. Primer hipertansiyon (esansiyel hipertansiyon) nedeni bilinmeyen ve yaşam tarzı ile yakından ilişkili olan hipertansiyon türüdür. Sekonder hipertansiyon ise bir hastalık, hormonal değişim veya tümör gibi bir etken ile oluşan hipertansiyon türüdür.

Hipertansiyon tanısı alan hastaların %95’inde primer tip mevcuttur. Kan basıncı yükseldikçe, sirkülasyonu sağlayabilmek için kalp daha fazla çalışmakta hatta miyokard enfarktüsüne kadar ilerleyebilmektedir. Ayrıca kan basıncı artışı ile damarlarda anevrizma ve zayıf noktalara neden olarak beyin kanaması ve inme ile sonuçlanabilmektedir.

Ciddi bir sağlık sorunu olan hipertansiyon tanısı alan bireylerin sayısının gün geçtikçe artması, popülasyonun büyümesi, yaşlanma ile sağlıksız beslenme, fiziksel aktivite yetersizliği, alkol kullanımı, fazla vücut ağırlığı ve maruz kalınan stres gibi davranışsal risk etmenlerine bağlanmaktadır.  Hipertansiyona eşlik eden obezite, diyabet ve hiperlipidemi kardiyovasküler hastalıklar için zemin hazırlar. Bu zemin ise miyokard enfarktüsü, inme, kalp yetmezliği ve böbrek işlev bozukluğu için büyük bir risk oluşturur.  Beslenme modifikasyonunun da içinde yer aldığı yaşam biçimi değişikliği, hipertansiyonun önlenmesi, geciktirilmesi ve yönetiminde temel kısımdır.

Hipertansiyonu önleme ve yönetiminde Akdeniz tipi bir diyetin yararlı etkileri, özellikle zeytinyağındaki tekli doymamış yağ asitleri, bol sebze ve meyvede bulunan potasyum, C vitamini, posa gibi birçok besin ögesi, bitkisel protein ve ceviz gibi kabuklu yemişlere bağlanmaktadır.

Diğer özel bir diyet ise hipertansiyonu önleme diyetidir (DASH: Dietary Approaches to Stop Hypertension). Bu diyet sebze ve meyve tüketimini arttırır, az yağlı süt ürünleri, kolesterol içeren ve yağlı besinleri azaltmayı önerir. Yapılan çalışmalarda, DASH diyetinin düşük sodyum, toplam yağ, doymuş yağ ve kolesterol, yüksek potasyum, magnezyum, kalsiyum, posa ve flavonoidler gibi antioksidan içeriğinden dolayı oksidatif stresi azalttığı, endotel işlevi iyileştirdiği ve kan basıncını düşürdüğü bildirilmiştir.

Özetle hipertansiyonda beslenme şu şekilde olmalıdır;

•    Obezite’den kaçınılmalı, vücut ağırlığı denetimi sağlanmalıdır. 
•    Tuz alımı azaltılmalıdır. Az tuzlu besinler tercih ederek ve besinlere eklenen tuzu azaltarak sınırlandırılması gerekmektedir. 
•    Diyette doymuş yağ asitleri ve trans yağ asitleri yerine doymamış yağ asitlerine yer verilmelidir. 
•    Posa alımını artırmak için tam tahıl, kurubaklagil, sert kabuklu tuz eklenmemiş yemişler ve meyvesebze tüketimi artırılmalıdır.

Kaynakça:
Global brief on hypertension. Silent killer, global public health crisis. Geneva: World Health Organization. 2013; WHO/DCO/ WHD/2013.2.
Wuerznera G, Burnier M. Management of arterial hypertension. Cardiovasc Med 2015;18(1):6-8.