Milliyetçiliğin kaynağı dil ve Yunus Emre

Siyaset ve Sosyal Bilimler Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Turan Şener, Yunus Emre ve Türkçe yılı için çıkartılan gazeteye özel açıklama yaptı. Bir dil milliyetçisi olarak Yunus Emre'nin anlatıldığı Dr. Şener'in açıklaması şöyle;

Milliyetçiliğin kaynağı dil ve Yunus Emre
Editör: Karamanca
17 Ağustos 2021 - 10:39




UNESCO, 1991 yılını “Yunus Emre Sevgi Yılı” olarak ilan etmişti. 2021 yılı, Türk dili ve kültürünün en önemli şahsiyetlerinden Yunus Emre'nin vefatının 700. yıl dönümü olması münasebetiyle UNESCO tarafından anma ve kutlama yıl dönümleri arasına alındı. 30 Ocak 2021 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Genelge ile 2021 yılı Cumhurbaşkanlığımız tarafından “Yunus Emre ve Türkçe Yılı olarak ilan edildi.

Yunus Emre’nin Türkçe ve sevgi sözcükleri ile birlikte hatırlanmasının temelinde derin bir anlam olduğu artık herkes tarafından bilinen bir olgu hâline gelmiştir. Evrensel bir sevgi dili oluşturan Yunus Emre bu evrensel sevgiyi, zengin bir anlatım gücüne sahip olan Türkçe ile ifade etmiştir. Türkçe, Yunus’a zengin bir ifade olanağı sağlarken Yunus da Türkçeye vefa borcunu, yazmış olduğu çağları aşan şiirlerle ödemiştir. Artık “Yunus ve Türkçe” ve “Yunus’un Türkçesi” ifadeleri birbirinden ayrılmayan sözcükler hâline gelmiştir.


O hâlde Yunus Emre’yi özel kılan şey nedir? Türkçede özleşme hareketinden bahsedildiğinde neden akla ilk gelen düşünürlerden biri Yunus Emre olmaktadır? Bu soruların cevabı aslında tektir: Yunus Emre, Türk kültür tarihinde yer alan önemli dil milliyetçilerinden biridir. Türkçeyle, Türk düşünce tarihiyle, Türk edebiyatıyla ilgili olarak söylenebilecek sözlerin içinde mutlaka Yunus Emre ismi geçmektedir. Bilge Kağan, Kaşgarlı Mahmud, Aşık Paşa, Ali Şir Nevāyî, Ziya Gökalp ve Ulu Önder Atatürk, nasıl dil milliyetçiliği yapmışsa Yunus da eserlerini vermiş olduğu Eski Anadolu Türkçesi döneminde bir dil milliyetçisi olarak yer almıştır. Adını sayamadığımız pek çok dil milliyetçisi şunu çok iyi biliyordu:

Milleti ayakta tutan ve bir harç vazifesi gören en önemli unsur dildir. Bir milletin başından göçler, savaşlar bölünmeler gibi pek çok olay geçebilir. Ancak o millet, kendini koruyan asıl madde olan dilini muhafaza ederse küllerinden tekrar doğabilecektir. Gerçekten de pek çok maceralar yaşayan Türk milleti, en eski çağlardan günümüze kadar dilini muhafaza ederek gelebilme kabiliyetini göstermiştir. Bunu da içinde Yunus Emre’nin de bulunduğu adını sayamayacağımız pek çok dil milliyetçisi sayesinde yapmıştır.


Türkçe eserler vermiş olan birçok düşünür ve şaire haksızlık yapmadan şunu çok açık bir şekilde söyleyebiliriz: Bu düşünür ve şairler içinde bazıları çok özel bir yere sahiptir. Çünkü bu öncü isimler, halkın konuştuğunu, yaşadığını, hayal ettiğini halkın diliyle ve en özlü şekilde ortaya koyarak geniş kitlelerin teveccühünü kazanmış, sesini günümüze kadar gür bir şekilde duyurmuştur. İşte Yunus Emre de bu düşünürler ve şairlerin en önde gelenlerinden biridir. Çünkü Yunus bilinçli bir dil milliyetçisidir.  Milletin ilelebet ayakta kalmasını sağlayacak en güçlü kaynağın “dil” olduğunun bilincindedir.

Yunus’un Türkçesi

Bir dilin gelişmesinde ve zenginleşmesinde en büyük pay yazar ve şairlere aittir. Çünkü bir dil yetiştirmiş olduğu yazar ve şairler sayesinde canlılık kazanır. Dili besleyen yazar ve şairler aynı zamanda ondan beslenerek büyük şaheserler ortaya koyar. Toplum da beğenmiş olduğu eserleri hafızasında tutarak yüzyıllar sonrasına aktarır. Bu devamlılık dilin canlı bir vasıta olduğunun açık bir göstergesidir. İşte Yunus Emre Eski Türkçeden itibaren bir ırmak gibi çağlayan canlı Türkçenin bütün olanaklarını kullanarak büyük bir sanatkâr olmayı başarmıştır.

Her dil, tarihî süreç içinde siyasi, coğrafi, kültürel değişmeler, savaşlar ve göçler gibi benzeri sebeplerle çeşitli değişimler geçirerek farklı kollara ayrılmıştır. Bu durum Türk dili için de geçerli olmuştur. Çok köklü bir geçmişe sahip olan Türk Dili 11. yüzyıla kadar tek bir yazı dili halinde varlığını sürdürmüştür. Türk dili, 11. yüzyıldan itibaren iki büyük yazı diline ayrılmıştır: Birincisi Eski Türkçenin devamı olan Kuzey-Doğu Türkçesi, ikincisi ise temeli Oğuz Türkçesine dayanan Anadolu, Balkanlar, Azerbaycan, İran ve Irak’a kadar yayılmış olan Batı Türkçesidir.

Batı Türkçesinin ilk dönemini, 11-13. yüzyıllar arasında Anadolu’ya göç ederek burada Büyük Selçuklu Devletini kuran Oğuzların ilk yazı dili olan Eski Anadolu Türkçesi oluşturur.  Temeli Oğuz boylarının ağız özelliklerine dayalı olan Eski Anadolu Türkçesi 15. yüzyıla kadar gelişimini sürdürerek zengin bir yazı dili hâline gelmiş ve yerini aynı özellikleri devam ettiren Osmanlı Türkçesine bırakmıştır. İşte Yunus Emre’nin şiirlerini yazmış olduğu dönem, Türklerin siyasi olarak Anadolu’ya tutunmaya çalıştığı Eski Anadolu Türkçesi dönemine denk düşmektedir. Siyasi olarak bu mücadele verilirken edebi açıdan da Anadolu’da yeni bir yazı dili oluşturma mücadelesinin başladığını görürüz. Arapça ve Farsçanın yoğun baskısı altındaki Türkçe Yunus gibi dil milliyetçisi ozanlar sayesinde var oluş mücadelesini kazanmıştır. Kısacası Oğuz Türkçesi Anadolu’da yazı dili haline gelebilmişse buradaki en büyük pay halkın konuştuğu dille şiirler yazan Yunus Emre’ye aittir.

Yunus, yaşamış olduğu dönemde “kimsenin bakmadığı”, “kimsenin gönlünün akmadığı” bir dile (Türkçe) yüzyılları aşan bir zenginlik katarak gönülleri fethetmeyi başarmıştır. Yunus’un dili -yaşadığı devirdeki şairlerden farklı olarak- halkın konuştuğu, yaşayan, canlı kanlı bir dildir. Yunus, günlük dilde kullanılan sözcükleri, kendi dehasıyla birleştirerek kolayca söylenivermiş izlenimi uyandıran, ancak derin yapıda zengin bir anlam dünyası barındıran şiirlere dönüştürmüştür. Sehl-i mümtenî terimiyle karşılanan bu söyleyiş, âdeta Yunus Emre ile özdeşleşmiştir. Gerçekten de günümüze kadar geçen süre zarfında Türk edebiyatında pek az şair, yalın bir dil ile derin anlamlar barındıran, kolayca yazılmış izlenimi uyandıran şiirler yazabilmiştir.

Bu bilgiler, Yunus Emre’nin yazmış olduğu şiirlerin tamamen öz Türkçe sözcüklerden oluştuğu algısı oluşturmamalıdır. Yunus, şiirlerinde Arapça ve Farsça sözcükler de kullanmaktadır ancak Yunus, milliyetçi bir hissiyatla Eski Türkçeden bu yana halk arasında kullanılan öz Türkçe pek çok sözcüğü Arapça ve Farsça sözcüklerle yan yana kullanma becerisini göstererek halkın gönlünde özel bir yer edinmeyi başarmıştır. Onun dağarcığında Allah-Tanrı-Çalap, fayda-ası, pend-öğüt, cennet-uçmak, cehennem-tamu, aşk-sevi, ilim-bili, mest-esrik, vahdet-birlik, şarap-süci, gibi pek çok Öz Türkçe sözcükle Arapça ve Farsça sözcükler kolaylıkla yan yana gelmektedir. Bu kullanım, halka sempatik geldiği gibi halkın her kesiminde sevilerek okunan, ezberlenen daha da önemlisi kolayca anlaşılan şiirlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Necmettin Hacieminoğlu, Yunus’un dili ve üslubunu şu sözlerle açıklar:

 “Yûnus’un üslubu açık, yalın sade, düz, tabii, özentisiz, gösterişsiz, süssüz ve dosdoğru söyleyiştir. Onun ifadesi eski, Türk cümlesinin devamıdır. Bu ifade ve cümle şekli aslında Türk ırkının karakterine çok uygundur. Çünkü Türk milleti davranışlarında dolambaçlı yolu gösterişi, müphemlik ve yapmacığı sevmez. Samimi ve açıktır. Olduğu gibi görünür. Düşünüp inandığı gibi konuşur, Onun için üslup sanatkârın karakterini, sanatkârda, eğer başka tesirlerle ifade tarzını değiştirmemişse mensup olduğu milletin karakterini aksettirir” [1]
 Ahmet Bican Ercilasun, Yunus Emre’nin Oğuz Türkçesinin en büyük şairi olduğunu söyler: “Şiirlerini aruz ve heceyle yazan Yunus, tasavvuf heyecanını en derinden duyan ve hissettiren; duygu ve heyecanlarını çok sade ve akıcı bir dille anlatan Türk dil ve edebiyatının müstesna şahsiyetidir. Türkçe onun dilinde dupduru bir su gibidir: Parlak, anlaşılır; fakat coşkun.[2]”
Halk hangi dili konuşuyorsa o dil, Yunus’un dehasında güzel bir şiire dönüşüvermiştir. Halk, sevdiği ve benimsediği pek çok kültürel unsurla birlikte Yunus’un şiirlerini de dağarcığında taşımış, günümüze kadar getirmiştir.  İşte Yunus’u çağlardan günümüze kadar taşıyan güç budur. Günümüzde her yaştan ve her kesimden insanın en az birkaç tane Yunus şiirini ezberinde tutmasının temelinde bu güç yatmaktadır.

Yunus’un Dili Ne Söylemektedir?

Yunus’un dili, halkın yaşadığı, hissettiği, her türlü aksiyonu, hayali ve duyguyu taşıyan canlı bir dildir.  Yunus, halkın hissiyatında yer tutan her türlü unsuru kolayca şiire dönüştürme kabiliyeti ile halkın duygularına tercüman olmayı başarmıştır. Çünkü Yunus, sözleri pişirip söylemektedir. Aşk, ölüm, dünyanın geçiciliği, iyi bir Müslüman olmanın yolları, insanın acizliği Yunus’un şiirinin köşe başlarını tutmaktadır.

Dört kitâbun ma'nîsin okıdum tahsîl kıldım
‘Işka gelicek gördüm bir ulu heceyimiş
Ben ‘ışksuzın olımazam ‘ışk olıcak ben ölmezem
‘Işkdur hayâtum hâsılı ‘ışkdan gayrısın bilmezem

Sözleriyle mecazî aşkın coşkun sularında seyrederken zengin, fakir, köylü, şehirli, eğitim görmüş veya eğitim görmemiş her kesimden insanın duygularına tercüman olabilmiştir.

Alur yigidi kocayı yakar ananun içini
Kızlarun sarı saçını teneşirde çözer ölüm
Alur yigidün hâsını döker gözlerin yaşını
Mecnûn ider anasını yüreklerin yakar ölüm

Üstteki şiirde ise insanın kıyameti olan ölümü bütün acı gerçekliğiyle ortaya koyuvermiştir.

Benüm cânum bir kuş durur gevdem anun kafesidür
Dostdan haber gelicegiz bir gün uçar kuşum benüm

Üstteki şiirde olduğu gibi Yunus bazen sözleri kendine yöneltmiş ve dünyanın geçiciliğini kendi üzerinden yine kolayca söylenmiş izlenimi uyandıran sözlerle ortaya koymuştur.

Yunus’un şiirlerinde konu çeşitliliği görülse de onun şiirlerinin ana çerçevesini bir halk dervişinin dini algılayış ve yaşayış tarzı oluşturmaktadır. Yunus’un asıl gayesi yazmış olduğu şiirler vasıtasıyla İslam dinini halk arasında yaymak ve dini her kesimden halka yalın bir şekilde öğretmektir.  Yunus, bu gayeyi sevgi diliyle yapmayı amaç edinmiştir. Onun bütün şiirlerinin geri planında herkesi kucaklayan evrensel sevgiyi görebiliriz.

Ben gelmedüm da'vîyiçün benüm işüm seviyiçün
Dostun evi gönüllerdür gönüller yapmaga geldüm

Yunus’un çok boyutlu ve kucaklayıcı dili onun sözcüklerine de yansımış ve Türkçenin zenginliği sayesinde her sözcük onun sevgi dilinin enstrümanı hâline gelmiştir. Yunus, yüzyıllardır kullanılagelen ve zengin bir söz dağarcığı sahip olan Türkçenin Arapça ve Farsçanın gölgesinde kalmasına izin vermemiştir. Türkçe, Yunus sayesinde Oğuzca temelli bir yazı dili oluştururken aynı zamanda edebî olarak ne denli yüksek mertebelere ulaşabildiğini bir kez daha ispatlamıştır; çünkü Türkçe, Yunus’tan önce de dil milliyetçisi pek çok şair ve yazar yetiştirerek ne kadar köklü bir maziye sahip olduğunu göstermiş ve bu mazi, Yunus gibi büyük bir şairi yüce Türk milletine armağan etmiştir.

Bir Dil Milliyetçisi Olarak Yunus Emre

Millet; dil, kültür, soy, tarih, kader birliği yapmış, birlikte yaşama arzusu ve emeli olan, birlikte ve ortak olarak yaşama bilincini kavramış olan insan topluluğudur. Görüldüğü gibi millet pek çok unsurdan meydana gelmektedir; ancak milleti oluşturan, o milletin devletler kurarak yüzyıllar boyunca tarih sahnesinde yer almasını sağlayan en önemli birleştirici unsur dildir. Milletler; dil sayesinde kendini korur, geliştirir ve dil sayesinde geleceğini inşa eder. Dil, aynı zamanda bir milletin hafızasıdır. Milletler, dil sayesinde geçmişi saklar, iyi durumları biriktirir, kötü olanlardan ders çıkarır ve millet böylece belirli bir düşünce sistemi oluşturarak ayakta kalır. Bir millet için düşmanlar ne kadar büyük bir tehdit ise bir dil için de yabancı dillerin etkisine karşı savunmasız kalmak o kadar tehlikelidir.

Türk dili tarihine baktığımızda neredeyse her devirde yabancı dillerin Türkçeyi istila etme çabasını görebiliriz. Yunus Emre’nin yaşamış olduğu dönemde de Arapça ve Farsçanın Türkçe üzerindeki etkisi gittikçe artmaktadır. Nitekim ilerleyen dönemlerde bu etki daha da artacak ve bu durum, Arapça ve Farsça sözcüklerin dilimizi istila etmesiyle sonuçlanacaktır. Bu istilayı fark eden Aşık Paşa ve Yunus gibi dil milliyetçilerinin yanında bir devlet adamı olan Karaman oğlu Mehmet Bey de milliyetçi bir tavır göstermiş ve 13 Mayıs 1277 tarihinde Türkçeyi resmî dil ilan eden ünlü fermanını yayımlamıştır. Aslında bu ferman, Yunus’un halk diliyle yazmış olduğu şiirlerle aynı ortak tepkinin sonucudur. Yabancı dillere karşı dilimizi, korumak ve sevmek. Bir dil milliyetçisinin yapması gereken de budur.

 Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yabancı dillerin dilimiz üzerindeki derin etkisini açık bir şekilde gören Atatürk, dilimizi yabancı dillerin etkisinden kurtarmak ve dilimizi zenginleştirmek için olağanüstü gayret göstermiştir. Büyük bir dil milliyetçisi olan Atatürk, “Türk demek dil demektir.” ve “Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.” sözleriyle dilimize sahip çıkmanın milliyetçi bir tavır olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu sebeple dil konusunda muhafazakâr ve milliyetçi bir tavır takınmak her devir için önemli bir zorunluluktur. Aksi taktirde yozlaşan ve başka dillerin egemenliği altına giren dil fakirleşir ve milleti birbirine bağlayan, ayakta tutan değerler de tek tek kaybolup gider. Milleti birleştiren, “biz” bilinci oluşturan dil, güçlü düşünür ve şairlerin elinde daima canlı ve işleyen bir mekanizma olarak kalmalı ve halkın her kesimini kucaklayabilen bir dil oluşturabilmelidir. Türkçe, her devirde dil bilincine sahip, dil milliyetçisi yazar ve şairler çıkarmayı başarabilmiş bir dildir. İşte Yunus da yaşadığı devrin dil milliyetçisi olarak Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden korumayı başarmış, halka Türkçenin güzelliklerini tattırmıştır. Yunus gibi şairlerin dile olan bağlılığı ve tutkusu olmasaydı belki de Türkçe günümüzdeki kadar gelişmiş ve zengin bir dil olmayacaktı.

  Sonuç olarak “ağzımızdaki anamızın ak sütü” gibi olan Türkçemiz yüzyıllardır yabancı dillere karşı halkın dilini kullanan, işleyen, koruyan dil milliyetçileri sayesinde günümüze kadar güçlü bir şekilde gelebilmiştir. Şimdi sormak istiyorum: Günümüzde dilimize sahip çıkacak olan dil milliyetçileri var mıdır?
Şunu apaçık biliyorum ki her devirde kahramanlar çıkaran Yüce Türk milleti her zaman büyük dil milliyetçileri çıkaracak güce sahip olacaktır. Bu güç, milletimizin damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Yazıyı Yunus’un devamlı sevgi saçan büyülü sözleriyle noktalıyorum.

Bu Yûnus'un çün sûreti ölüp toprak olurısa
Bâtınumdan ışk sevgüsi bilün ki hîç gitmez benüm

KAYNAKLAR

AKDEMİR, Yaşar (2007). “Yunus Emre’de Türkçe”, Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkçe Öğretimi Ana Bilim Dalı, Malatya.

ERCİLASUN, Ahmet Bican (2004). Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Ankara: Akçağ Yayınları.

HACIEMİNOĞLU, Necmettin (1991). “Yunusun Türkçesi”, Yunus Emre ile İlgili Makalelerden Seçmeler, (Haz. Hüseyin Özbay-Mustafa Tatçı), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları: 148-160.

KASIMOĞLU, Alper (2013). “Milliyetçilik ve Dil: Dil Milliyetçiliğinin Başarı ve Başarısızlıkları.” Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, 3 (5): 161-173.

KORKMAZ, Zeynep (1984). “Anadolu’da Türkçenin Yazı Dili Oluşu ve İlk Öncüleri”, Türk Dili, S. 390-391, Ankara: s. 272-278.

TATÇI, Mustafa (2005). Yûnus Emre Divân ve Risâletü’n-Nushiyye, İstanbul: Sahhaflar Yayınları.

 KORKMAZ, Zeynep (1981). “Anadolu Yazı Dilinin Tarihî Gelişmesinde Beylikler Devri Türkçesinin Yeri”, VII. Türk Tarih Kongresi, C.II, Ankara: s. 583-589.
 
[1] Necmeddin Hacıeminoğlu, (1976), “Yûnus’un Türkçesi”, Atsız Armağanı, İstanbul, s. 284.
 
[2] Ahmet Bican ERCİLASUN, (2004), Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Ankara: Akçağ Yay. S, 443
 

YORUMLAR

  • 0 Yorum