''Söylemegün Hası''nın tarihine giriş

İbrahim Solmaz
ABONE OL

Yunus Emre, bu toprakların sarı çiçeğidir. Söylenecek ne varsa, biz sormadan tastamam söylemiştir. Onun Türkçesi öyle güzel, öyle dingin, öyle berraktır ki, “ben gelmedim dava için, benim işim sevi için” mısralarını söylediği dönemde, Türkçe’nin bir buhran içinde olduğuna inanasımız gelmez.

13.asırda, Anadolu’da yaygın olarak kullanılan –aslında Türklerin yaygın olarak kullandığı- üç büyük dilden birisidir Türkçe; diğeri Arapça, bir diğeri Farsçadır. Yunus Emre, işte böyle bir dönemde yaşadı, şiirlerini bu kültürel çeşitlilik içinde söyledi. Yine şiirlerinde bu kültürel çeşitliliğin bir yansıması olarak, azımsanmayacak kadar Arapça ve Farsça kökenli kelime kullanmaktan çekinmedi. Yani aslında Yunus Emre, hep söylenildiği gibi, saf, duru ve kuru bir Türkçe kullanmadı. Ama ilâhî aşkla yoğurduğu ve sanatlarıyla bezediği Türkçeyi çok güzel kullandı. Ne kendinden öncekileri taklit etti ne de sonrakilere kendini aşma imkânı tanıdı. Ondan sonra, bir daha, dingin sularda yürür gibi Türkçe yazabilen çıkmadı.

Peki, 13.asırda Türkçe’nin yaşadığı buhran, neyin nesidir? Yunus Emre bu buhranın neresindedir? Dahası bu sorunun cevabı, bugün gerçekten önemli midir?

Yaşadığımız dönemde, Yunus Emre bedenen aramızda değildir; Türkçesi de rûhen aramızda bulunmuyor gibidir. İlki üzerinde münâkaşa hiç eksik olmaz, ikincisi de pek rahatsız etmez. Hâlbuki “Ten fânidir, can ölmez, çün gitti geri gelmez / Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil” Yunus Emre’nin kabrine, kavlinden daha çok sahip çıkılmak istenildiği sürece, Türkçesinin rûhen geri gelmesi beklenmemelidir. “Çeşmelerden bardağın, doldurmadan kor isen / Bin yıl durursa, kendüzünden dolası değil.”

Bu köşede, Türkçemizin târihinde uzun bir yolculuğa çıkacağız. Bu yolculuğun büyük bir kısmında refikimiz Yunus Emre olacak, ona da hocalar, beyler refâkat edecek. Özellikle 13.asırda fazlaca duracağız. Zîra, Anadolu Selçuklu Devleti’nin sonunu getiren, ardından Osmanlı Devleti’ne yer açan, Yunus Emre’yi, Mevlânâ’yı, Hacı Bektâş-ı Velî’yi binlerce mısra söyleten, Mehmet Bey’e ferman buyurtan, Ahî Evren’i ve daha nicelerini yetiştiren 13.asır, kanaatimce Türklerin ve Türkçe’nin en uzun asrıdır. Dünkü ve bugünkü buhranlarımızın bir kısmının sebebi de ilacı da 13.asırda bulunabilir.

2021’in Yunus Emre yılı olarak îlân edilmesi, muhakkak ki bu konuların daha çok konuşulmasını ve derinlemesine tahlil edilmesini sağlayacaktır. Burada ele alacağımız konular, umarım, bu yıl gündem edilecek konular yığını içinde kendini doğrulayacak veya doğrultacaktır.

Türkçe’nin Anadolu’ya geliş hikâyesini okuyacağımız bir sonraki yazımızda buluşmak üzere, esen kalın.