Reklam
Ahmet Cevdet

Ahmet Cevdet


İbn Battuta’nın Gözünden Konya, Karaman

06 Şubat 2016 - 11:54

Ortaçağ’ın en büyük seyyahı sayılan Faslı müslüman İbn Battuta, 14.yy’da yaşamış ve o tarihlerde Avrupalılarca çok az bilinen Endülüs, Afrika, Biladü’ş Şam (Şimdiki Ortadoğu) ve Uzak Doğu'ya cesur yolculuklar yapmış bir maceraperesttir. İlk olarak Mekke’ye Hac için giderken yaşadığı maceralar onda daha uzak bölgelere seyahat etme isteği uyandırmış, muhtemelen her yeni seyahatinde de bu isteği kamçılanmıştır. 28 yıl süren bu seyahatler sonunda ortaya Rıhlet-ü İbn Battûta adıyla meşhur olan mükemmel eseri ortaya çıkmıştır.


İbn Battûta 1300lerde, Hindistan’a gitmek için kendisine gereken tercümanı bulmak için Şam’dan Anadolu’ya gitmek istediğinde bir Ceneviz gemisi ile önce Alanya’ya gelmiş ve kuzeye Sinop taraflarına gitmek için Konya ve Karaman’a da uğramıştı. Şimdi Konya ve Karaman hakkında İbn Battuta’nın yazdıklarını okuyalım. Zira İbn Battûta bu yazıda bizleri Konya’da yanında konakladığı birisiyle tanıştıracak:


“Kûnya büyük ve güzel bir şehir. Meyvesi boldur. Sayısız nehir ve çayları, eşsiz bahçeleri var. Burada daha önce bahsettiğimiz kamaruddîn denilen kayısı türü yetiştirilir, Mısır ve Suriye'ye ihraç edilir. (İbn Battuta, Antalya yolculuğunu anlatırken kamaruddîn adlı kayısının çok lezzetli bir kayısı olduğundan yine aynı kayısının Karaman’da yetiştiğini ve Konya’daki ahiler aracılığıyla Hatay yoluyla Mısır’a sevkedildiğini söylemişti.) Şehrin caddeleri geniş, çarşıları da muntazam ve şirin. Her zanaatın erbabı çarşıda belirli bir yerde toplanmıştır. Buranın Büyük İskender tarafından kurulduğuna dair söylentiler var. Şimdi Karamanoğlu Sultan Bedreddîn'e ait şehirlerden biridir.”


Bu şehirde kendisi de ahi yiğitlerinden olan ve büyük bir tekkenin postnişinliğini yapan İbn Kalemşah adlı belde kadısının dergahında konakladık. Bu adamın kalabalık bir öğrenci topluluğu vardır. Onlar "Fütüvvet"te kendilerini müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib'e dayandırırlar. Allah ondan razı olsun. Sufiler nasıl hırka giyme töresine sahipse bunlar da şalvar giymektedirler. İbn Kalemşah'ın misafirperverliği öncekilerden daha iyiydi. Hamama gideceğimiz vakit oğlunu kılavuz olarak kattı yanımıza, kendi gelmese de…
Ahi teşkilatlarının Anadolu'nun misafirlerine nasıl hürmet gösterdiğini tarihten okuyorduk. İbn Battûta da Anadolu'da birçok ahinin yanında konaklamış ve bütün bunları eserinde yazmıştır.

Peki İbn Kalemşah'ı bizim için bir ahi şeyhinden öte kılan ne?
Şimdi İbn Kalmeşah üzerinden tarihte biraz seyahat edelim. Bakalım hangi tarihten nasıl bir Karaman’a çıkacağız.


İbn Kalemşah, Ahmet Eflâki’nin Ariflerin Menkıbeleri isimli eserinde “Ahi Taceddin Kalemşah” olarak geçer, başka metinlerde ise “Kalemşahoğlu Ahi Taceddin” veya “Kalemi-oğlu Ahi Mehmed Bey” şeklinde rastlıyoruz. Hayırsever ve misafirperver bir zat olarak bilinirdi. 14.yüzyılın ilk çeyreğinde Konya’daki ahilerin başı ve Ahiler için yaptırdığı dergâhın şeyhiydi. Aynı zamanda Konya kadısıydı. Eflâkî’den intikal eden rivayete göre Mevlânâ’nın torunu Ulu Arif Çelebi’nin müridi idi. Konya’da günümüzde Gazialemşah olarak bilinen mahallede onun adını taşıyan mescid, dergah ve medrese mevcuttu.

İbn Kalemşah’ı unutmadan, İbn Battûta ile devam edelim: “Kûnya'dan çıktık. Art arda sıralanan bahçeleri ve gür suları ile ünlenen Larende'ye doğru yola koyulduk. Larende Sultanı: Onun adı Karamanoğlu Bedreddin'dir. Daha önce öz kardeşi Musa Bek bu diyara hakim bulunuyorken Mısır hükümdarı Melik Nasır'ın verdiği bir bedel karşılığında tahtından inmiş, yerine Mısır'dan bir orduyla birlikte bir emir gönderilmişti. Daha sonra Sultan Bedreddin şehri ele geçirerek, bir saray inşa ettirip: devletinin payitahtı haline getirdi. Sultan Bedreddin'le av dönüşü şehir dışında karşılaştım. Atımdan indim; o da bineğinden indi. Selam verdim. Selamımı alıp beni kucakladı. Bu ülkede hükümdarların şöyle bir adeti var: Uzaktan gelen biri onunla karşılaştığında beriki bineğinden iniyorsa o da iniyor! Gelen yolcunun gösterdiği saygı, bu sultanların da saygılı davranmalarını gerektirecek bir memnuniyete kapı aralar! Selamın at üzerinde verilmesi iyi karşılanmaz. Memnuniyetsizliğe, ardından da yolcunun felaketine sebep olur! Yeri gelince anlatacağım gibi onlardan bazıları ile benim aramda bu tür olaylar geçmiştir. Sultan selam verdikten sonra atına bindi, ardından ben de atıma bindim. Bana nereden geldiğimi sordu. Hal hatır muhabbetinden sonra şehre birlikte girdik. Benim en güzel şekilde ağırlanmam için çevresindekilere emirler yağdırdı. Gümüş tabaklar içerisinde leziz yemekler, nefis meyveler ve hoş tatlılardan başka; mum, elbise, binek hayvanı ve çeşitli armağanlar gönderdi. Onun yanında fazla kalmadım.” Biz biraz kalalım. Hem de tahminen İbn Battûta ile Karamanoğlu Bedreddin’in yan yana sohbet ederek yürüdüğü mekânlar içre.


Ama önce o yıllarda Karaman’ın durumunu hatırlamamız gerekiyor. Bedreddin Bey Konya’yı zaptetmiş, Larende’ye gelmişti. Şimdi Şikâri’ye kulak verelim: “Larende’ye geldi gördü ki şehri harap eylemişler.” Evet, Moğollar Anadolu’da yakıp yıktıkları şehirlere Larende’yi de eklemişlerdi. Bedreddin İbrahim Bey de bundan dolayı vaktini muharebeden ziyade, imar, teşkilat, adli ve dini işlerin ıslahı ile geçirmiştir.


İşte tam bu yıllarda, yani Karaman yeniden imar edilirken, şimdilerde Aktekke Camii olarak bildiğimiz yapının da temelleri atılıyordu. Şöyle ki, tarihteki adıyla Ali Şehne Mahallesi'nde bulunan ve Mevlânâ’nın babası Bahaeddin Veled’in Karaman’da iken ders ve vaaz verdiği medresenin olduğu tahmin edilen yerde, tarihte Mevlânâ Tekkesi, Mevlevî Zaviyesi diye anılan ve günümüzde ise, Mâder -i Mevlânâ, Aktekke (Ağa Tekkesi), Vâlide Sultan Camii isimleriyle bilinen yapı, ilk olarak Mümine Hatun'un türbesi idi. Mevlânâ'nın annesi ve oğlu Alaaddin'nin kabirleri bir süre sonra ziyaretgâh halini almış idi. Ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere bu kabirlerin yakınına bir yapı inşa ettirilmesi gerekiyordu. Ahi şeyhi İbn Kalemşah burada devreye girdi ve bir ahi tekkesi inşa ettirdi. Adına da “Kalemi veya Kalemiye Zaviyesi” denildi. Heyecanlı bir Mevlânâ aşığı olan ve Mevlevi sikkesi ve elbisesi giyen Karamanoğlu Mirza Halil Bey, burada yeni bir zaviye yaptırarak daha geniş bir Mevlevi Tekkesi halinde halkın istifadesine sundu. Yine onun gibi Mevlânâ aşığı olan oğlu Alaeddin Bey de, babasının yaptırdığı zaviyenin yakınına bir zaviye daha inşa ettirerek, kardeşinin türbesini de buraya dahil etti. Türbe ve zaviye çevresi, zamanla büyük bir mezarlık oldu. Şimdi ise sadece bir kısmı mevcut…


Bu yapı genel olarak Karaman Mevlevîhânesi idi ve Karamanoğulları ve Osmanlılar döneminde çeşitli yenilenme, onarım ve ilâvelerle büyütülerek ve yapılan vakıfla büyük bir külliye haline geldi. Bir başka meşhur seyyah Evliya Çelebi’den dinliyoruz: “Hazret-i Mevlânâ vâlidesinin medresesi gâyet ma‘mûr ve evkâfı ve talebeleri çokdur. Ve bu medresenin misli yokdur. Meğer Sivas’da Kızıl medrese ola.”


Karaman Mevlevîhânesi, Mevlevî zâviyeleri arasında çok önemli bir yere sahiptir. Şeyhlik makamında ise hep Mevlânâ’nın soyundan bir çelebi bulunur ve zamanla âdeta Mevlevîlerce mutlaka ziyaret edilmesi gerekli bir makam haline gelmiştir. Evliya Çelebi buranın önemi hakkında “âsitane-i Mevlevî” olduğunun bilgisini bize veriyor.


Mevlevîhâne o yıllarda Karaman’ın sosyal ve kültürel hayatında önemli bir yer işgal etmekteydi. Arasta, cami ve medreseler hemen etrafında idi. Ancak erken cumhuriyet döneminin resmi ideolojisi ve yanlış belediyecilik uygulamaları buraya da musallat olmuştu. Neredeyse yedi asırlık tarihi boyunca devamlı yenilenen ve hizmet eden yapı, tekke ve zaviyeler kapatılınca, mevlevîhânenin semâhâne-mescidi cami olarak kullanılmaya başlanmış ve bir dizi onarımdan sonra günümüzdeki halini aldı. Şimdilerde Mevlevîhânenin mescid/semâhâne-türbe bölümü cami ve ziyaretgâh, derviş hücreleri de depo olarak kullanılmaktadır.


Moğol yıkımından çıktıktan sonra hızla mâmur olan, bu süreçte ilk olarak İbn Kalemşah’ın ahi tekkesi olarak yaptırdığı Mevlevihane’den tüm Anadolu ve Biladü’ş Şam’a giden mevlevî şeyhleri, bestekârlar, nezyenbaşı ve hekimler yetiştiren Karaman’dan; derviş hücrelerinin depo olarak kullanıldığı, ruhu kamulaştırılmış bir Karaman’a geldik.
Sevgi ve muhabbet ile…


KAYNAKÇA


Ahmet Eflâki, Âriflerin Menkıbeleri, (çev. Tahsin Yazıcı), II; İbn Battûta Seyahatnâmesi I, YKY; Şikâri, Karamanoğulları Tarihi; Tahsin Ünal, Karamanoğulları Tarihi; DİA, Karaman Mevlevîhânesi maddesi; Ahilik Ansiklopedisi, İbn Kalemşah maddesi; Osmanlı Araştırmaları XVI, Karaman (Larende) Mevlevî-hânesi, Hasan ÖZÖNDER, İstanbul 1994

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum